25 Mayıs 2011 Çarşamba

Çaba

   Sanırım hayatım boyunca birşeyler için böyle çabalamadım. Bi laf vardı ya , hatırladığım kadarıyla şöyleydi " denedin, yenildin.olsun yine dene, daha iyi yenil ." Bu sözler benim son iki ayımı özetlemek için yazılmış olabilir.

   Daha önceki yazılarımda deyindiğim gibi, eski bir kız arkadaşın peşinde koşuyorum. Buraya kadarı zaten hayatın şakası, ötesinde ise benim davranışlarım komedi yükünü çekiyor olabilir.

   Aslında taa martın başında yaptığım bir planım vardı, tutmadı. Mayıstaki tutar gibi yapıp daha güçlü patladı. Ve mayısın sonlarına yaklaştığımız şu günlerde, daha da net denedim bazı şeyleri. Attığım bir zarf en sonunda dolu döndü, lakin o da zamansız oldu.

   Evde bulunan malzemelerin bi kısmı hatunu burası için cezbederken, içinde bulunduğu akademik durum elini kolunu bağlamakta. Aslında, geldiğim nokta hiç de yabana atılacak durumda değil.

   Kullandığım cümleler, ona yakınlaşmak için bulduğum her delikten " hebele" diye kafamı sokmam, bir çok dostumun dediği gibi " ben şimdiye bırakmıştım peşini" sözüne inat, çabam devam ediyor. Muhtamelen işin sonunda yine "başını" alacağım ama, en azından içim rahat olacak.

   Bir de şu var ; son başarısızlığa uğradığım zamandan beri, çok amaçsız hissediyordum. Klasik tembel öğrenci tablosu vardır ya, " üstünde tişört, altında boxer, yanında birası, boş boş monitöre bakan tip" . Aslında, hayat amacım varken de böyleyim sanırım lan?!

   Herneyse, komik bir yazı çıkmadığının farkındayım elimden. Sanırım vaad ettiğim mizahın " manasız " kısmı bu. Hayatın bizimle açık açık geçtiği taşak.

   Şimdi, tek dileğim; eğer bir yardıma ihtiyacı olana yardım ettiysem, biri arkamdan olumlu birşey söylediyse daha kullanmadığım bu hakkımı, bu gece rica ediyorum.

22 Mayıs 2011 Pazar

Artislik

   "Artislik" kavramı mahallelerin bıçkın delikanlıları arasında genelde, güneş gözlüğü takan, kendine ait bir tarza yakın giyimi olan, yürürken havalı duran, kısaca onlardan olmayan ve onları küçümseyen tiplere kullanılırdı 90ların sonlarında.

   Ben bu yazıda artis sıfatını kendime alacağım, ama artislik yaptığım da yine ben olacağım.

   Çılgın yazar triplerim geliyor ara sıra, haftaiçine dönen haftasonu gecelerinin manasız saatlerinde tütsü yaktırıp, kahve yaptırtıyor bu tripler bana. Bazen, sarma bir sigara aşırıp, balkonda tellendirirken, şehir ışıklarını yorumluyor, hüzünleniyor, öykülüyorum oralarda yaşanan hayatları ışık rengine, ışık şiddetine, evin katına göre vb.

   Aslında bu işin bu kısmına kadar olan kısım şey gibi, bildiğimiz romantik komediler gibi. Mesela bir çift vardır, işte kadın birşeyi yanlış anlar, erkek onun peşinde koşar falan. Bu diyelim ki film evreninde 2 ayı kapsar, ama biz bu 2 ay boyunca, ne kadının ne de erkeğin sıçtığını hiç görmeyiz. Nedir lan bu? O romantik yenen ağır yemeklerin bir gümrüğü yok mu?

   Öhm, konu biraz kaydı. İşte benim bu triplerim de sadece bu kısımda güzel. Kahve biter, balkonda hüzünmetre doldurulur, sonra eve geçilir. İşte ana karakterlerin bizim görmediğimiz kısımlarda sıçması burada başlar. Gecenin 2:49'u, uyku gözlerden süzülüp tişörte oradan yere akmakta, ama vücuda giren kahveli kafein gözleri belertmekte. Uyumak için can atmak, ama uyuyamamak. E adama sormazlar mı, arkadaş neden içtin o zaman kahveyi diye?. İşte cevap aslında çok basit ; artislik. Ama kendime.

   İşin içinde 2. bir karakter olmayınca, artislik diye adlandırdıklarım belki , "keyf", "alışkanlık", " yaşam tarzı" diye adlandırılabilir. Eğer öyleyse, daha büyük salaklık ! Böyle 3 hayat hakkındaki ağır kavramı , böyle manasız şeylerle doldurmak da ne oluyor?

   Bir de şey var, onun hastasıyım, yıllardır en sık görülen bu.
   Depresyona girmiş adam, evinden çıkar, kapşonu kafasına geçirir, saat mutlaka müezzinin uyandığı saatlere yakındır. Daha sokak kapısından çıkmadan sigarayı yakar, ve kendini ( bu olay en leziz kışın yapılır), soğuk havaya teslim eder. Eğer ki, hoşlandığı (aşık olduğu) kız bir yürüme mesafesinde yakınsa evine, değmeyin keyfine. Kızın camına uzun uzun kederlenir.

   Yazımı ufak bir anımla bitireceğim.
   Lise 1'de bir kıza aşıktım, ama çok aşık, yukarıdaki lezzetli depresyonu yaşayan adam gibi, evi de yakınımdaydı.
   Ergen gazı ile, (aileye yürüyüşe çıkıyorum yalanı söylenip) her gece kızın evinin oraya gidiyordum, kulağımda walkmen, o zamanlar mp3 çalar, cd çalar yok. Neler dinlediğimi tam hatırlamıyorum ama, kargo falan vardı. Hatunun camına bakıyorum belki cama çıkar şans eseri diye, yarım saat orada oturuyorum, ardından köpekler kovalarken eve dönüyorum . Kızın evi yeni yerleşim alanlarından birinde olduğundan, etrafta inşaat çoktu, bekçi ve köpekleri de çoktu dolayısı ile.
   2 aya yakın bu ritüel devam etti. Hatunu gördüğüm zamanlarda, sanki her gece oralara geldiğimi biliyormuş gibi davranıyordum. E insan öyle yapınca, bir süre sonra hayal ettiği şeyleri gerçek gibi görmeye başlıyor.
    Herneyse, 2. ayda bu ritüeli neden sonlandırdığım kısmına geliyorum. Tam 2 ay boyunca, yanlış eve bakmışım ! Evet, kızın evi bir kat üstteymiş, sapık gibi başka bir evi kesmişim ben ! (kızın evini kesebilsem sapık olmuyorum çünkü ya sanki ).

   İşin özü, siz siz olun, böyle abartı triplere girmeyin. İyi geceler.

Yazar notu : Bu yazı yazılırken, akıldan geçen şarkı Nirvana - The man who sold the world (bowie ustaya sevgilirle)

20 Mayıs 2011 Cuma

Eşek - 2 ( Eşek Reloaded )

   Sabah efendi bir saatte kalktım. Hem yeterince uykumu almış, hem de tüm işlerimi halledecek zamanı bırakmıştım kendime.

   Önceki geceden yaşadığım hayalkırıklıkları ve öfke uykumu uzatacak şekilde fiziksel etki yapınca, bazı işlerimi ertelemenin, geri kalanları ise ziyadesiyle yerine getirmenin peşindeydim. Lakin, bu yazının ilk ayağını oluşturan "Eşek " başlıklı yazdıkaki gibi, tanrının veya ilahi güçlerin bana ders vereceğini ; " oğlum, bunlar dert mi? şunlara daralarak hayatını geçiriyorsun ama, vuracağım bak şimşeği ağzına" öğretisi ile ruhumu yoğuracağını nereden bilebilirdim...

   Güne başlayabilmek adına tükenen maddi kaynaklarımı yenilemek için, paranın ulaştığı kurum olan P.T.T.'ye doğru hızlı ve kararlı adımlarla ilerlemeye başladım. Öğle tatiline çıkmalarına 10 dakika kala ulaştığım kurumdaki sıcak ve huzur veren ortama karşın, parayı çekmem için gereken nüfus cüzdanımı bulamayınca, ruhum ve bedenim korkunç karanlıklara, tadılmamış işkencelere yelken açtı.

   Bu korku ve boşluk hissi içerisinde, kimliğimi altına üstüne getirdiğim evde de bulamadım. Yıllardır, kelimenin tam anlamıyla " ebesi sikilen", yani değiştirmenin farz olduğu kimliğim sonunda intihar etmişti, yen kimliğe mecburdum.

   Tanrım, bu nasıl bir endişe ve eziklik hissiydi; bir nüfus müdürlüğü bul, oraya para ver, gazeteye ilan ver, sakalını saçını kes, aaaaagh ... Bir sürü ama bir sürü eziyet. Hatta, kimliğimi kaybettiğimi söylediğim bir arkadaşımın tabiriyle " kimliğini kaybettiğinde çok korktum, benim tanıdığım ... (benden bahsediyor) bu işleri yapacağına intihar eder" . Sonra gülüştük, ama ben bu fikri aklımdan cidden geçirmiştim.

   Tüm eve girip çıkan arkadaşlara mesaj attım, evi didik didik ettim, sık gittiğim mekanlara sordurdum, ceplerimi ve çantamı karıştırdım. Yoktu yoktu yoktu.

   Kredi kartı yenileme işlemimden tutun, P.T.T.'de rehin kalan paramı çekmeme kadar her iş için kimliğime ihtiyacım vardı.

   Tüm kurumların mesai saatlerini bitirmeye yaklaştığı sırada, aklıma son bir yer geldi. Sağı solu aramaktan tükettiğim kontörlerimin beni engellemesine izin vermedim. Facebooktan rica ettiğim eski ev arkadaşım , geçen ay gittiğim başka bir P.T.T.'yi aradı, ve kimliğimin orada olduğunu öğrendi.

   Ve tanrı çok kısa zaman içerisinde 2. defa önce eşşeğimi kaybettirdi, sonra da buldurdu. Ben onun sevgili kuluyum .

19 Mayıs 2011 Perşembe

Paranoya

   Efendim, kendimi övmek gibi olmasın ama, pek çok değişkeni ve ihtimali görebilen, olası gelecek planlarını saniyeler içerisinde kurabilen, pek zeki bir adamım. Bunun sebebi, raporlu bir paranoyak olmam da olabilir, o ayrı.

   Bir sürü sosyal medyada yazıyorum, bu blogun dışında, bir blogum, bir günlük sitesi üyeliğim, facebookta not olarak yazdıklarım ve last fm günlük sayfam var.

   Hepsinde bambaşka şeyler yazıyorum, olası bir kişilik bölünmesi olabilir bunun altında. Birinde ölesiye duyarlı ve romantik, birinde komik, birinde depresif, birinde hanzo oluyorum. Ama bunların tek ortak özelliği, her yazdığım yerde, yazamayacak şeylerimin olması.

    Kimisini akrabalar takip eder, yaşadığım romantik ya da ateşli bir geceyi içimden dökemem. Kimini eski kız arkadaş takip eder, daha eski kız arkadaşıma yine aşık olduğumu yazamam bik bik etmesin diye, kimini ise arkadaşlar takip eder, dalga geçerler.

   İşin özü, iç dökmeye en ihtiyacım olan zamanların içerisindeyim, onlarca sosyal ağda " tanınmamama" rağmen, rahatça dökülemiyorum. Buraya da yapamıyorum, çünkü tanınmasam bile, maksat mizah ya, Cem Yılmazlıktan başka rol çalamıyorum burada.

   Ne söylendim amına koyim, bak en azından söylenebildim, bu bile bence bir avantajdır, bir rahatlamadır.
   Hayatın bana biçtiği onlarca rol içerisinde, hiçbir rolü hakkıyla oynayamıyorum.Çünkü, tam hazırlığımı, provamı yapıp sahneye çıktığım anda, tüm rol ve oyun içeriği değişiyor, ve ben başka bir rolü başarısızca canlandırıyorum. Öyküler genelde trajikomik içeriklere evrildiğinden, benim tökezlediğim her sahne seyirciyi daha da güldürüyor. Öbür gün başıklarda efsanevi oyunculuğum var, takdir ediliyorum , ama bilmiyorlar ki içten içe ağlıyorum kuliste. Yeteneklerimi sergileyemedikten sonra, istemediğim bir başarı sergilesem ne değişir?

   İşin özü beni okuyan, ya da okuyacak olan 2 3 insan, sizden başka kimsem yok, en yakınıza gelen her insan bir o kadar uzağınıza gider, o kadar yakındır ki artık size, anlatamazsınız ona. Tek varlığım sizlersiniz.

Beni sizler yarattınız gibi oldu lan !

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Gelmeyen Espriler

3 4 gündür mizahi niteliğim gelip geçici. Alkol kanımda gırla, ve mutsuzluk kapımda hazır kıta. Burayı boşladım, buranın ana fikrinden uzaklaştım gibi geldi, o yüzden yazılması gerekenleri, çünkü içimden dışarı şişen ve beni öfkelendiren şeyleri , paylaşmam gerektiğini hissettim.

   Acıyor canım. Parça parça erimek ve azalmak. İstediğin şeyler için çabalarken elindekilerin de yitip gitmesi, ve o ara elinden ve ruhundan kayıp giden, geçen zaman. Ne uğrunda neleri feda ediyorum, işte sanırım bunu bilmiyorum.

   Daha acısız, daha eğlenceli yazılarda yine buluşmak dileği ile.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Oyun Parkı

   Kaç yaşına gelirse gelsin insanın, hoşlandığı birine yaklaşacak yol bulmasını izlemek ( bu kişi siz bile olsanız) komiktir. Özellikle, karşınızdaki geçmişte birşeyler yaşadığınız biriyse , ve size artık zerre ilgisi yoksa , işiniz daha vahim, ve trajikomiktir.

   Aslında ben burada biraz daha kişisel anlatacağım, ve düştüğüm komik durumu anlayın isteyeceğim, dikkatinizi verin.
 
   En basiti, bir şekilde, bir gün bu bloga bu tivitır hesabına denk gelir de , belki anlar bazı şeyleri diye umut ediyorum. İlkokulda "aşık" olduğu kızı döven erkek çocuğundan ne farkım var ?

   Beni terkedişinin külleri ancak havaya karışmıştı, bu süreç zarfında, onlarca "amerikan pastası " tadında manasız gençlik komedisi izlemiş, onlarca hatuna sırf bir hatuna yazmak için yazmış, hatta klasik terkedilen adam tepkisi olan " 2 ayı geçirdiğim ilk ilişkimde evlenmeyi düşünmeliyim" tepkisini bile vermiş, belki de gümüş ama takıldığında 28 kilo ağırlığını parmaktan ziyade ruhta oluşturan yüzüüe yaklaşmıştım . Oysa, o yüzük saurondan gasp edilen güzel yüzük olsa, bambaşka olurdu durum, lakin bu başka bir yazının konusu.

   Ama en acısı bu değildir, arkadaş ortamlarında "abi aştım ben onu ya, özlemiyorum, düşünmüyorum" artık raconu kesmektir. Bu enfes ve dilde adeta buz gibi kayan yalana birkaç gün kendinizi bile inandırabilirsiniz, ama herşey gözlerine baktığınız bir mekana yine gidene kadar geçerlidir. Belki terkedilmenin acısıdır bu, sanırım ikisinin arasında çok ince bir çizgi var, "beni nasıl terkeder, benim gibi cud lav ve bired pit karması bir adamı nasıl bırakır" acısı özlemekten daha öne geçebilir. Yani, bizi artık ömrünü doldurmuş bir ilişkiye zorla geri çekmeye çalışan şey, egomuzdur.

   Benden ölesiye çekinmesine ve korkmasına rağmen ona iyi davranmaya çalıştım, belki de bu ani iyi davranışlar onu korkutmuştur daha fazla. Bunun tek sorumlusu holivuddur bence, temiz yüzlü, iyi niyetli çılgın katilleri hikayelerde öyle çok işlediler ki, birine gerçekten iyi davrandığında bile biber gazı soluma oranın yüksek.

   Uzun lafın kısası, ölüyor olsa aklına beni aramak gelmeyecek bir eski sevgiliye vurgunum. Belki de değilim, ama tek bildiğim, jet packe bindiğim bir rüyada bile onun olduğu. ( neden öyle rüya gördüğümü bilmiyorum ). Belki yazıyı okuyacak kadar sabırlı olanlardan bir fikir çıkabilir.

13 Mayıs 2011 Cuma

Para, Hırs ve Ağız Suyu

   Para kazanma hırsı sanırım her insanın içinde vardır. Bunun , iyi veya kötü insan olmakla alakası yoktur. Basit bir çiftçi abim oturduğu yerde , " yav hasat tutsa da traktörü yenilesek" diyerek , gizli gizli ektiği tütününde bir duman çekebilir. Ya da çok zengin başka bir abim, " yav hanım (metresine sesleniyor), bizim uçağın bir üst modeli çıkmış, tam olarak ne özellik getirdiğini bilmiyorum ama, alalım bence" diyerek, kübalı enfes hatunların bacaklarında sardıkları purosundan bir duman çekebilir. (yazarın bu kısımda ağzı bilinmeyen bir nedenle sulandığından, yazıya geri adapte olması biraz uzun sürmüştür)

   Lakin, ne kadar planlar ve istekler birbirinden 2 ışık yılı uzakta olsa, asıl maksat, elde olmayan ve bir süre daha elde olmayacak olandır. Yaratılış olarak tembel olan insanoğlu için, yattığı yerden uçağı da traktörü de hayal etmek en kolayıdır ( keşke masaüstü değil de laptopum olsaydı, yatarak yazardım).

   Bir de hayatı loto ümüdiyle yaşayan insanlar var, her hafta muntazam bir şekilde kuponunu yatıran, akşamına çekilişi bekleyen, çekiliş sonrası, çekilişi sanki hiç beklememiş, loto denen oyundan tamamen habersiz hayatına devam eden, ve bunu haftalık rutinlere bindiren insanlar onlar. Aslında bu insanlar belki de şu hayattaki en temiz insanlar ( gerçek yüzleri için bkz : loto tutturanlar ) , onlar ufak bir umut ve cüzi bir ücret karşılığında, en büyük umutlarının gerçekleşebilme ihtimalini satın alıyorlar.

   (Ağzındaki sular azalan yazar, loto oynamak için evden çıkınca, yazı da böyle öksüz bitti).