22 Mayıs 2011 Pazar

Artislik

   "Artislik" kavramı mahallelerin bıçkın delikanlıları arasında genelde, güneş gözlüğü takan, kendine ait bir tarza yakın giyimi olan, yürürken havalı duran, kısaca onlardan olmayan ve onları küçümseyen tiplere kullanılırdı 90ların sonlarında.

   Ben bu yazıda artis sıfatını kendime alacağım, ama artislik yaptığım da yine ben olacağım.

   Çılgın yazar triplerim geliyor ara sıra, haftaiçine dönen haftasonu gecelerinin manasız saatlerinde tütsü yaktırıp, kahve yaptırtıyor bu tripler bana. Bazen, sarma bir sigara aşırıp, balkonda tellendirirken, şehir ışıklarını yorumluyor, hüzünleniyor, öykülüyorum oralarda yaşanan hayatları ışık rengine, ışık şiddetine, evin katına göre vb.

   Aslında bu işin bu kısmına kadar olan kısım şey gibi, bildiğimiz romantik komediler gibi. Mesela bir çift vardır, işte kadın birşeyi yanlış anlar, erkek onun peşinde koşar falan. Bu diyelim ki film evreninde 2 ayı kapsar, ama biz bu 2 ay boyunca, ne kadının ne de erkeğin sıçtığını hiç görmeyiz. Nedir lan bu? O romantik yenen ağır yemeklerin bir gümrüğü yok mu?

   Öhm, konu biraz kaydı. İşte benim bu triplerim de sadece bu kısımda güzel. Kahve biter, balkonda hüzünmetre doldurulur, sonra eve geçilir. İşte ana karakterlerin bizim görmediğimiz kısımlarda sıçması burada başlar. Gecenin 2:49'u, uyku gözlerden süzülüp tişörte oradan yere akmakta, ama vücuda giren kahveli kafein gözleri belertmekte. Uyumak için can atmak, ama uyuyamamak. E adama sormazlar mı, arkadaş neden içtin o zaman kahveyi diye?. İşte cevap aslında çok basit ; artislik. Ama kendime.

   İşin içinde 2. bir karakter olmayınca, artislik diye adlandırdıklarım belki , "keyf", "alışkanlık", " yaşam tarzı" diye adlandırılabilir. Eğer öyleyse, daha büyük salaklık ! Böyle 3 hayat hakkındaki ağır kavramı , böyle manasız şeylerle doldurmak da ne oluyor?

   Bir de şey var, onun hastasıyım, yıllardır en sık görülen bu.
   Depresyona girmiş adam, evinden çıkar, kapşonu kafasına geçirir, saat mutlaka müezzinin uyandığı saatlere yakındır. Daha sokak kapısından çıkmadan sigarayı yakar, ve kendini ( bu olay en leziz kışın yapılır), soğuk havaya teslim eder. Eğer ki, hoşlandığı (aşık olduğu) kız bir yürüme mesafesinde yakınsa evine, değmeyin keyfine. Kızın camına uzun uzun kederlenir.

   Yazımı ufak bir anımla bitireceğim.
   Lise 1'de bir kıza aşıktım, ama çok aşık, yukarıdaki lezzetli depresyonu yaşayan adam gibi, evi de yakınımdaydı.
   Ergen gazı ile, (aileye yürüyüşe çıkıyorum yalanı söylenip) her gece kızın evinin oraya gidiyordum, kulağımda walkmen, o zamanlar mp3 çalar, cd çalar yok. Neler dinlediğimi tam hatırlamıyorum ama, kargo falan vardı. Hatunun camına bakıyorum belki cama çıkar şans eseri diye, yarım saat orada oturuyorum, ardından köpekler kovalarken eve dönüyorum . Kızın evi yeni yerleşim alanlarından birinde olduğundan, etrafta inşaat çoktu, bekçi ve köpekleri de çoktu dolayısı ile.
   2 aya yakın bu ritüel devam etti. Hatunu gördüğüm zamanlarda, sanki her gece oralara geldiğimi biliyormuş gibi davranıyordum. E insan öyle yapınca, bir süre sonra hayal ettiği şeyleri gerçek gibi görmeye başlıyor.
    Herneyse, 2. ayda bu ritüeli neden sonlandırdığım kısmına geliyorum. Tam 2 ay boyunca, yanlış eve bakmışım ! Evet, kızın evi bir kat üstteymiş, sapık gibi başka bir evi kesmişim ben ! (kızın evini kesebilsem sapık olmuyorum çünkü ya sanki ).

   İşin özü, siz siz olun, böyle abartı triplere girmeyin. İyi geceler.

Yazar notu : Bu yazı yazılırken, akıldan geçen şarkı Nirvana - The man who sold the world (bowie ustaya sevgilirle)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder